Bodrum Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası tarafından düzenlenen seminer, ABD Merkez Bankası Fed Eski Araştırma Direktörü, Dünya Gazetesi Yazarı Ekonomist ve KAME Danışmanlık Kurucu Ortağı Erkin Şahinöz’ ün sunumuyla Bodrum Ticaret Odası Konferans salonunda gerçekleşti
Bir ülkede ekonomideki değişimi ilk önce mali müşavirler görür. Çünkü yeni iş alanları açılacaksa ilk mali müşavirlere başvurulur. Ekonomik sıkıntı yaşanırsa önce mali müşavirler farkeder. Örneğin kredi kartı satışları düşmeye başlamışsa iş sahibinden önce mali müşavirler tehlikeyi görür. İşyerleri kapanır ya da iflas ederse önce mali müşavirler haberdar olur.
Bu nedenle ; ülkenin ekonomik kararlarını alan ve bu erki elinde tutanlara bazı tespit ve önerilerimizi ifade etmeninodamızın sorumluluğunda olduğunu düşünüyoruz .
Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) Ekim ayında yayımlanan son dünya ekonomisine bakış raporu ve yeni başkanının ilk konuşması, “Gündemde bir resesyon var mı?” tartışmasına büyük ölçüde noktayı koydu: Evet var, hatta resesyonun başladığı bile söylenebilir.
Şimdi tartışmaların ağırlık merkezi, “Bu resesyon yeni bir finansal krizi tetikler mi?” sorusuna, oradan da halihazırda var olan ekonomiyi yönetme kurumlarının ve politikalarının, dünya ekonomisinde ortaya çıkan bu yeni, kimi yorumculara göre “acayip” duruma uygun olmadığına ilişkin kaygıların üzerine kaydı.
Peki ne demek bu Resesyon ;
Resesyon, makroekonomide geleneksel olarak reel gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) iki veya daha fazla çeyrek yıllık periyotta arka arkaya negatif büyüme göstermesi durumudur. Ekonomide durgunluk olarak da adlandırılabilir. Uzun bir resesyon ekonomik çöküş olarak isimlendirilir.
Bende konuşmamda Odamızın yaşanan ekonomik gelişmeler ile ilgili değerlendirmeleri ve çözüm önerilerini sizlerle paylaşacağım.
Geçtiğimiz yıl, 2018 yılının ikinci yarısında uluslararası camianın ekonomik kuşatması sonucunda patlayan döviz kuru sonrasında alınan önlemler “ekonomik krizi” önleyememiştir.
3 Dadı altında kamuoyuna duyurulan ekonomik önlemler, krizi ancak ekonomik durgunluk sürecine çekebilmiştir. Yeni Ekonomi Programı” (YEP) adı altında açıklanan “Orta Vadeli Program” ile ; geleceğin vizyonu “Dengelenme, Değişim ve Disiplin”olmak üzere üç ilkeye bağlanmıştı. Bu da ekonomik durgunluk üretmeye devam etti .YEP’e göre dengelenme, ekonominin kademeli olarak 2021’e kadar hız kesmesi ile sağlanacak.2018 – 2021 dönemi için makroekonomik hedefleri kapsayan YEP’te, 2017’de yüzde 7,3’lük büyüme yakalayan ekonominin, geride bıraktığımız 2018 yılında yüzde 3,8’e, 2019’a ise yüzde 2,3’e düşeceği öngörüldü .Bu durum ekonomik durgunluğun yaşanacağını göstermekteydi.
Yeni ekonomik program 2019 yılında küçülmeyi hedefledi. Bu nedenle 2019 yılında işletmelerin ekonomik küçülme karşısında alacakları önlemler içinde işten çıkartma ve masrafları kısma olgusu ağırlıklı oldu. Bu yaklaşım kriz öncesi alınacak önlemler arasında görülmekle birlikte krizin daha da derinleşmesine neden oldu ; bu önlemler ekonominin daralttı ve talepleri azalmasına sebep oldu.
Hepinizin bildiği üzere ekim ayının başında 2 . YEP Sayın Maliye Bakanımız tarafından açıklandı . Şu anda bile hedeflerin tutmayacağı açık seçik ve net . İşsizlik artışı bunun en önemli göstergesi.
Değerli Katılımcılar , Meslektaşlarım ;
Klasik kriz önleme teknikleri yerine, yeni arayışlara yönelmemiz gerekiyor.
İşletmelerin yeni yollar arayışına giderken devletin vereceği destek büyük bir öneme sahiptir.
Kriz öncesi alınacak önlemlerde devletin ve düzenleyici kurumların alacakları kararlar ve uygulayacakları politikalar önemli bir işlevi yerine getirecektir. Ancak söz konusu kararlar ve uygulanacak politikalar daralmaya neden olacak, ekonomide disiplini ön planda tutan politikalar ekonomide daralmayı süratlendirecektir.
Bunu önleyecek politikalar benimsenmelidir;
örneğin devletin harcamaları arttırılmalı, piyasadaki talebin canlandırılması
ve vergi yükümlülüklerinin azaltılması yolu seçilmelidir.
Şu ana kadar yukarıdaki söylediklerimizin
aksine politika ve uygulamaları gözlemlemekteyiz. Harcamalar gelir odaklı
olmalıdır. Yani geniş kitlelere devlet tarafından ödenen ücret veya diğer
ödemeler arttırılmalı, vatandaşın gelirinde harcama yapma imkanı veren artış
sağlanmalıdır.
Diğer taraftan vergiler, harçlar ve cezalarda
yapılan artışlar, piyasadan para çekilmesine neden olduğu için azaltılmalı.
Reel artışın eksilmesine neden olan bu artışların ekonomide yaratacağı
olumsuzluk vergiye esas olan ciroların azalmasına neden olacaktır.Kriz öncesi
önlem paketi, krizi tetikleyen uygulama ve politikalar yerine krizi kontrol
eden politika ve kararlar şeklinde olmalıdır.
Bugün Türkiye’de yaşadığımız günümüzde halkın gündemine bir göz attığımız zaman en önemli konunun yaşamak ve barınmak amacıyla insanların geçinme ve aş edinmeyle ilgili gündemdir.
Bunun biraz daha teknik adını koyarsak; insanları ilgilendiren şey istihdam olanağı ve iş bulma kaygısıdır. İstihdam ve iş bulma kaygısı giderildikten sonra tabii ki arkasından halkın diğer konuları; daha iyi yaşamak, daha iyi eğitim almak, sağlık hizmetlerinden daha iyi yararlanmak gibi konular gelir. Neden ekonomidir her şeyin temeli? Çünkü işsizliği giderecek, istihdam yaratacak faaliyetlerin tamamı ekonomidir.
Tarihe baktığımız zaman, günümüze gelen ve çeşitli siyasal akımlarla birlikte donanan, beslenen kapitalizm, sosyalizm, komünizm, sosyal demokrasi gibi çeşitli siyasal isimlerle nitelenen sistemlerde temel olgunun ekonomiye dayandığını, ekonomik ilişkilerin belirlendiğini görürüz.
Türkiye ekonomisi kıskaç altında. Bu bir darbedir. Ancak işbirlikçiler kazandığı için yarınlarımızı karartacak nitelikte olan ve ciddi şekilde mücadele edilmesi gereken tehditkar eylemler halının altına süpürülerek gözden kaçırılmamalıdır.Ekonomik darbeye neden olan soygun iki alanda artan ivme ile devam ediyor. Türk Lirası’nın (TL) değerini düşürmek, başka bir değişle dolar endeksli olarak yabancı paraların TL karşısındaki kurunu yükseltmek. Soygunun ikinci alanı tarım ürünleri fiyatlarındaki artıştır. Gıdada bile güzel Türkiye’mizi dışa bağımlı hale getiren bir süreç yaşanıyor.
Türkiye’de, 2001 krizinden daha derin bir kriz yaşanıyor. 2001’de medya abarttığı krizi, günümüzde ise üstünü örterek yansıtıyor. Enflasyon rakamları, döviz kurundaki artış ve yükselen faiz, iş hayatındaki daralma, işletmelerin borç ödeme kabiliyetindeki yetersizlik, likidite ve piyasada yaşanan sıkıntılar; objektif gözle değerlendirildiğinde krizin büyüklüğünü görmek mümkün.
Bu hale nasıl geldik? Türk ekonomisi hormonlu büyüdü, aynı verilen kortizon ilacı gibi borçlanarak büyüdü. Borçlanarak büyüyünce Türkiye ekonomisi meydana gelen büyüme hep borçlanmaya yönelik oldu. Türk ekonomisinin yönetiminde borçlanma ve gıda ithalatı; geçici bir ferah, geçici bir rahatlık yaratıyor fiyat istikrarını sağlama hedefi uzun vadede hatta orta vadede işsizliği ve yoksulluğu besliyor.
Borçlandığınız para Merkez Bankası rezervlerini artırdıkça kredili ithalat yapma imkânı da artıyor, yani varlıksahibi olunmadanithalat yapma imkanı genişliyor. İthalatı yapılırken sanayi sektörünün daralıyor, tarım üretimi azalıyor. Sanayi sektörü daralınca bu sefer ne oluyor? Üretimazalıyor. Sanayi sektörünün daralması, kaynaklarımıza dayalı üretim olanaklarını başta tarım olmak üzere etkiliyor.
“Yaşanan kriz, aslında büyük kazançlar elde etmelerine rağmen finans sektörü üzerinde büyük ve önemli tahribatlar yaptı.Türkiye ekonomisi görülmemiş bir güven krizinin etkisi altındadır. Piyasa daralmış gerek işletmelerin gerek halkın sahip oldukları varlıklar günbegün erimekte ve milyonlarca orta sınıf ve dar gelirli hanehalkıfiyatlardaki artışlar nedeniyle zor duruma düşmektedir.Bu durum iş adamlarını ve işçiler işlerini kaybetme ve düşen satın alma güçleri için kaygı (korku) içinde yaşamalarına neden olmaktadır.
Kaygı korkuya dönüşmeye başlamıştır. Herkes bundan sonra ne olacağı endişesi yaşıyor. Korku acı verir. Korku girişimciliği engeller, korku bireylerin taahhütte bulunarak ekonomide genişlemenin yolunu tıkamaktadır.İnsan korktuğu zaman hayal edemez; kişi korku duyduğu zamangeleceğe ilişkin planlar kuramaz.Bugün ekonominin üzerine çöken en önemli ve büyük tehdittir.Yaşanan kriz ve krizi önlemek üzere uygulanan ekonomik program önümüzdekiaylarda büyüme, işsizlik ve satın alma gücü acısından olumsuz sonuçlar yaşamamıza neden olacaktır.
Çünkü şu anda yaşanan ekonomik sistem ne pazar ekonomisidir,ne de kapitalizmdir. Bilindiği gibi pazar ekonomisi düzenlenmiş bir pazardır; kalkınmanın, toplumun,herkesin hizmetine çalışan bir pazardır. Ama biz orman kanunu yaşıyoruz. Ekonomik döngü, birileriiçin yüksek düzeyde karlar ve rant ifade ederken , geri kalanlar için fedakarlıklara ve kayıplaraneden olmaktadır. Oysa Pazar ekonomisi fiyatları düşüren, rantları yok eden ve herkese hizmet eden rekabet içindeki döngü demektir.
Serbest pazarı savunan kapitalizm kısa vadeli bir olgu değil, uzun dönemdir; uzun vadedesermaye birikimi ve büyüme demek olmalıdır. Oysa yaşananlar karşımıza yurt dışındaki saldırılar ve yurt içindeki kar ve rant elde edenleri hırsı yüzünden ekonomik faaliyetleri yavaşlatmıştır.Ekonomik faaliyetlerin yavaşlaması nedeniyle doğal olarak karşımıza
ekonomimizin yeniden harekete geçirilmesi sorusu çıkmaktadır.
Bu durumda; her şeyden önce ekonomide yeni atılıma önem verilerek fazla çalışma ortamı yaratarak işsizliği azaltmak,konut kredi faizlerinin vergiden düşürülmesi olanağı, ücretler üzerindeki vergi, sosyal güvenlik ve benzeri yükümlülüklerin ciddi boyutlarda azaltılması, işletmeler için de vergi indirimleriyapılmalıdır.Ekonomik faaliyetlere bu desteklerin sağlanması krize daha iyi direnmeimkanı sağlayacaktır.
Mevcut kriz bir yapısal krizdir. Bu krizin ortaya çıkardığı değişimihtiyacı derindir. Bu yapısal krize yapısal bir politikayla karşılıkverilmelidir. Dünya değişiyor. ülkemizi sömürmek isteyenler ekonomiyi karıştırmaya devam ediyor, kar ve rant peşinde koşanların yöntemleri değişiyor. Bizim de hem devlet düzeyinde hem halk olarak bu değişime karşı kendimizi koruyacak, korkuları yenecek şekilde değişmemizgerekmektedir. Elimizden gelen her şeyi yapmak, değişimi önceden tahmin etmek zorundayız. Kriz gerçeği yenilenme ve yeniden yapılanma ritmimizi durdurmak ve yavaşlatmak yerine hızlandırmamızı gerektirmektedir.
Türkiye bu krizden yatırımları azaltarak, hane gelirini azaltarak değilçoğaltarak çıkabilir.Bu nedenle yeni yatırımları cezalandıran her yükümlülüğü azaltmak ve kaldırmak gerekir.Krizden daha az çalışarak değil daha çok çalışarakçıkılacaktır.Bu nedenle her türlü fazla mesai vergi ve diğer yükümlülüklerden muaf olmalıdır.
Ülkemizin ekonomisi, yer altı kaynaklarına sahiplenilerek değerlendirildiği ve yer üstü kaynaklarına, yani tarım sektörüne hâkim olunduğu ve sanayisini de buna dayandırabildiği sürece önemli bir kazanım yaratır ve krizden çıkacağı kanısındayız.