Resmi kayıtlara göre, nüfusu 200 bine yaklaşan Bodrum gibi turistik yörelerimiz yazın neredeyse iki milyon kişiyi barındırıyor. Bir turizm ülkesi olmanın sistematik ve psikolojik alt yapısı bir türlü oluşturulamadığı için de turizm patlaması yaşamak yerine altyapı patlaması riskiyle karşı karşıya kalıyoruz. Oysa bunu engellemek elimizde.
Adım Serdar Karcılıoğlu. 41 yıllık turizmci ve Bodrum Profesyonel Otel Yöneticileri Derneği Başkanı’yım. Bu deneyimime dayanarak, Türkiye’nin turizm ülkesi olmak için gerekli sistematik ve psikolojik altyapıyı neden bir türlü oluşturamadığını anlatmak, bu konuda yapılması gerekenlere dair önerilerde bulunmak, bir de kendimizi eleştirmek istiyorum.
Doğru, Türkiye turizm potansiyeli son derece yüksek ancak daha eksiklerini ve yapması gerekenleri maalesef henüz tamamlayamamış, bu nedenle de zaman zaman turizm sektöründe yakaladığı ivmeyi kalıcı hale getiremeyen bir ülke.
Mesela bu sene turizm açısından işler iyi gidiyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı verilere göre, yılın 2. çeyreğinde, Nisan – Haziran arası turizm gelirleri geçen yıla oranla yüzde 13 artarak 7 milyar 973 milyona ulaştı, turist sayısı ise 13 milyona yakındı.
Son rakamlar yüzümüzü güldürse de bu iyileşme kalıcı ve sürdürülebilir mi bunu bilmiyoruz. Oysa bu işi şansa bırakmamak, turistik beldelerimize sahip çıkmak, turizm anlayışımızı pratik ihtiyaçlar üzerinden şekillendirmek mümkün.
Turizmde ilk adımlar
Türkiye’nin kış ile yaz nüfusları arasında olağanüstü farklılıklar gözlenen özellikle Güney Ege’deki turizm destinasyonları, belki de el atılması gereken konuların başında geliyor.
Bu konuda son 40 yılda yaşananlara baktığımızdaysa aklıma hep kötü bir alışkanlığımız geliyor: Her işe hevesle başlayıp, sonra savsaklıyoruz.
Şimdi 1980’li yılların başlarına gidelim. Türkiye’de turizmin yoğun olarak konuşulmaya başlandığı seneler… Yatak sayımız 70 binler civarındaydı. Bir kıyaslama yapabilmek açısından şu bilgi zihinleri açabilir: Aynı dönemlerde Yunanistan’ın sadece Rodos Adası’nda turizm hemen hemen aynı kapasite ile sürdürülüyordu.
Şimdi 1980’li yılların başlarına gidelim. Türkiye’de turizmin yoğun olarak konuşulmaya başlandığı seneler… Yatak sayımız 70 binler civarındaydı. Bir kıyaslama yapabilmek açısından şu bilgi zihinleri açabilir: Aynı dönemlerde Yunanistan’ın sadece Rodos Adası’nda turizm hemen hemen aynı kapasite ile sürdürülüyordu.
Suyun bu tarafında ise her şey güllük gülistanlıktı, ufak ufak Anadolu turları yapıyor, “bir anlamda turizmciyiz” diye ortalarda dolaşıyor ve itiraf edeyim geçinip gidiyorduk.
Henüz deniz, güneş ve kumu çağrıştıran, günümüzde bir turistin ortalama kalış süresinin 7.9 gün olduğu (eskiden bu rakam 10.1 gün idi) sahil (resort) turizmi ile tanışmamıştık. Kültür turları da henüz hayatımızda değildi, Anadolu’nun dört bir yanından büyükşehirlere yönelik alışveriş turları da.
Ortalıklarda ne patlama ne orman yangını ne de terör eylemi vardı. Kısacası, sessiz sakin turizm yapan bir ülkeydik.
Çünkü Tanrı’nın bizlere bahşettiği bu olağanüstü coğrafyayı özellikle Akdeniz çanağındaki turizm ülkeleri kendilerine rakip bile görmüyorlardı.
1980’ler ve cevherin keşfedilişi
Türkiye’de turizmin gündeme gelmeye başladığı 1970’lerde devlet yabancı uzmanların da desteği ile özgün bir “Turizm Planlaması” yapmaya yeltendi ancak maalesef çalışmalar sonuç vermedi, yatırımcılar bu kavrama sıcak bakmadı.
1980’li yılların ortalarına geldiğimizdeyse durum değişmeye başladı. O yıllarda Türkiye ekonomisinin liberalleştirilmesi için çabalayan, Türkiye’nin 19. Başbakanı ve 8. Cumhurbaşkanı rahmetli Turgut Özal ülkemizdeki bu cevherin değerini, potansiyelini anladı ve verdiği teşviklerle turizmi canlandıracak bir şeyler yapmaya karar verdi.
Önünde hazır bulduğu, 12.3.1982 tarihli ve 2634 sayılı Turizm Teşvik Kanunu kapsamında öncelikle “Güney Antalya Turizm Gelişim Bölgesi” ilanı ile Kaynak Kullanım Fonu adı altında yatak kapasitemizin bugünkü sayılara yani yaklaşık 1,5 milyona ulaşmasını sağlayacak adımları attı. Bölgede otellerin ve turistik tesislerin nereye yapılacağından meskûn alanlara mesafesine, altyapıdan yollara kadar her hamle turizm odaklı olarak planlandı ve hayata geçirildi.
Ve bir anda topraklarımızda bombalı patlamalar, orman yangınları, taşeron terör saldırıları, vb. olaylar yaşanmaya başlandı, bu olayların turizm hamlemize bağlı olduğu sonradan ortaya çıktı. Bu engelleme hamleleri bizi yıldırmadı, çıkılan bu yolda cesaretle ilerledik.
Ne de olsa turizmin ülke ekonomisinin lokomotifi olduğu anlaşılmıştı.
En başta yapılan hata neydi?
Buraya kadar da her şey çok güzel ve olumlu görünse de işin esas kurgusunda bir hata vardı.
Çoğu zaman davranışlarımıza egemen olan “Başladı ya nasıl giderse gitsin, nasıl biterse bitsin” anlayışı, sistemin baştan doğru planlanması yerine kör ve topal kalmasına neden oldu. Antalya’da hayata geçirilen planlı hamlenin arkası gelmedi.
Ne yazık ki konunun en önemli bacağı olan kalıcı bir devlet politikası oluşturulması da göz ardı edildi ve günümüze değin el yordamı ile bir gelişim süreci yaşayageldik.
Bir turizm ülkesi olmanın sistematik ve psikolojik altyapısı bir türlü oluşturulamadı.
Antalya dışında hızla gelişen turizm bölge ve destinasyonlarında bu eksikliğin sonuçları görülmeye başlandı. Örnek vermek gerekirse, pek çok turistik bölgede, hâlâ tankerlerle taşınan suyu kullanan oteller var. Halen gerçek kanalizasyonlara bağlanamamış, kendi imkanlarıyla biyolojik arıtma tesisleriyle çözüm bulan ve çıkan suyu da denize boşaltan veya bahçe sulamada kullanan turistik tesislerimiz söz konusu. Antalya dışındaki bölgelerde, çöp sorunu çözülememiş durumda. Çöpler için vahşi depolama sistemi kullanılıyor, bu da zaman zaman turistik bölgelerde yangın ve hava kirliliğine yol açıyor. Ana yollarımız sorunsuz ama ara yollar, turizm yapan uluslararası ülkelerle rekabet edebilecek nitelikte standartlara uygun değil. Kısacası birçok 5 yıldızlı otelimiz var ama çevreleri 1 veya 2 yıldızlı.
Sorunları hep halının altına süpürülerek geçiştirilen bu turizm destinasyonlarında gündemden hiç düşmeyen “turizm patlaması” yakınlarda bir “altyapı patlamasına” dönüşebilir; bu durum artık kaçınılmaz görünüyor.
Turistik bir bölgenin nüfusu yazın ortalama 4 kat artıyor. Ancak Bodrum gibi özel beldelerde bu durum daha da çarpıcı oranlarda yaşanıyor. Bodrum’un nüfusu, kayıtlarda 171 bin görünüyor, oysa yazın nüfus 2 milyona yaklaşıyor. Fethiye, Marmaris’te de durum çok farklı değil.
Bodrum, Fethiye, Marmaris, Kuşadası, kısaca Güney Ege, hatta iç turizmin kaleleri olan Erdek ve Avşa’nın devletten aldıkları pay, kış nüfusuna göre belirlendiğinden mevcut fiziki ve hizmet alt yapısında önemli aksaklıklar yaşar oldular ve yoğunluğu kaldıramaz noktalara geldiler. Bugün Bodrum’un tüm alt ve üst yapı sorunlarının çözümü için en az 2 milyar dolara ihtiyaç var.
Konuya Ankara’dan bakanlar ise, turizm nedeniyle aşırı yoğunluk yaşayan ve bu sebeple de yaz ve kış nüfuslarında çok ciddi farklılıklar bulunan bu turistik bölgelere genel bütçeden yapılan yardım ve ödeneklerin diğer Anadolu ilçelerinden farklı olmasına imkân vermediği için artan sıkıntıların önüne geçmek bir türlü mümkün olmadı.
Turizm patlaması altyapı patlamasına dönüşür mü?
Sorunları hep halının altına süpürülerek geçiştirilen bu turizm destinasyonlarında gündemden hiç düşmeyen “turizm patlaması” yakınlarda bir “altyapı patlamasına” dönüşebilir; bu durum artık kaçınılmaz görünüyor.
Peki, bu noktadan itibaren neler yapılabilir?
İlk adım, bu konuda kararlı, kalıcı ve sürdürülebilir çözümler ve politikalar belirlemek olmalı.
Yaz ve kış dönemlerinde büyük nüfus farklılıkları yaşayan bu ilçelere ayrı bir ödenek sağlanmalı hatta yönetim şekilleri ve yetki alanları bile daha geniş olmalı.
1980’lerde gerçekleştirilen Güney Antalya Turizm Gelişim Bölgesi ilanı tecrübesini yeniden canlandırmalı, en azından üzerine düşünmeliyiz. Turizm Gelişim Bölgesi ilanının gerektirdiği tüm alt yapı hizmetlerinin belirli kural ve yönetmeliklere bağlandığı; bu çalışmaların bütçesinin, Hizmet Alt Yapı Birlikleri marifeti ile çeşitli paydaşların da katılımları ile Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan sağlandığı bir sisteme geçmeliyiz.
Bu bölgelerin süratle Kültür Turizm Koruma ve Gelişim Bölgesi kapsamına alınması için özellikle belediyeler ve sivil toplum örgütlerinin destekleriyle de harekete geçilmeli.
Kısaca turizmimizin bir an önce ve kesinlikle her türlü alt yapısı çözülmüş, nerelerde ve kimler tarafından yapılacağının belirleneceği, gerçekçi devlet politikalarına kavuşturulması ile sorunlarından kurtulacağına inanıyorum.
Turizmde devlet politikası nasıl olmalı?
Turizmin “devlet politikası” ifadesi içerisinde neleri barındırıyor? Bugüne kadar neler eksik kaldı? Nelere hiç önem verilmedi? Bugünkü durumun sebebi bilgi noksanlığı mıydı?
Turizmin kendisine özgü terminolojisi olan önemli bir bilim dalı olduğu hatta içerisinde psikoloji, ekonomi, fizik, kimya, vb. gibi diğer önemli bilim dallarını da kapsadığı gerçeği göz ardı edilmemeli.
Ülkemizde bir mobilya atölyesi dahi açılırken, açan kişinin sertifikası araştırılırken, milyon dolarlar verilerek yapılan turizm tesislerini işletecek kimselerden neden bir uzmanlık belgesi, bir diploma istenmiyor?
Ülkemizde bir mobilya atölyesi dahi açılırken, açan kişinin sertifikası araştırılırken, milyon dolarlar verilerek yapılan turizm tesislerini işletecek kimselerden neden bir uzmanlık belgesi, bir diploma istenmiyor?
Yukarıda değindiğimiz turizm destinasyonlarında, turizm ve konut yatırımlarının yerlerinin belirlendiği, eğlence alanlarının tespit edildiği bir ‘Turizm Çevre Düzeni’ planı var mı?
Türkiye olağanüstü turizm potansiyelinin maalesef sınırlı bir kısmını kullanabiliyor. Eğer kangrenleşen ve uyarı sinyalleri veren sorunlarımızı gidermez ve daha stratejik bir politikaya geçmezsek, elimizdeki potansiyeli artırmak bir yana mevcudu da kaybedebiliriz.
Üzerimize maalesef yapışan “işe hevesli başlayıp, sonra savsaklayarak götürme” imajını yıkmaya bana göre turizmden başlayabiliriz.